Özet
Bu çalışma, on yedinci yüzyıl ile yirminci yüzyıl arasında ortaya konulan özne (subject) teorilerini, arzu kavramını temel alarak değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Duygularımızı açıklayan pek çok eser olduğu gibi, özellikle arzu kavramına yönelen birçok eser de bulunmaktadır. Pek çok filozof davranış ve eylemlerimizde arzunun nasıl bir temel oluşturduğunu anlamaya çalışmış ve bunun insanın refahı için ne anlama gelebileceğini irdelemiştir. Gelgelelim bunların çoğunda arzu, rasyonelliğin biricik sahibi olarak görülen insanın, bu en önemli ayrıcalığını, yani rasyonel oluşunu tehdit eden unsur olarak görülmektedir. Bu anlamıyla arzu, insan aklını yoldan çıkarabilecek olan kötülüklerin aracı olarak kabul edilir. Dolayısıyla Batı felsefesinin azımsanamayacak bölümünü oluşturan bu filozoflar dikkatlerini duygulara yönelttiklerinde, esasında hedefledikleri, arzuların bastırılması ya da akıl yoluyla nasıl kontrol altına alınacaklarıdır. Ancak Spinoza'yla başlayan süreçte bu anlayışın tersyüz edildiğini ve arzunun insanın en hakiki özü olarak ele alındığı görülür. Spinoza'dan Hegel'e, Hegel'den de Fransız düşüncesine uzanan çizgide arzu kavramının öznenin birliğinin kurulabilmesinde anahtar rol oynadığı ve de modern ile modern-sonrası felsefenin temel gündemini oluşturduğu açıktır. Descartes'ın düşünen töz ile uzamsal töz ayrımından Spinoza'nın monizmine, oradan Kant'ın transendental felsefesine ve en nihayetinde yirminci yüzyıl Fransız düşüncesinin özne anlayışına da şekil verecek olan Hegel'in arzu öznesi teorisine kadar uzanacak olan bu çalışma, bu düşünürler bağlamında öznenin birliğinin nasıl kurulduğunu ve böylesi bir birliğin özne için olanaklı olup olmadığını açıklamaya çalışacaktır. Anahtar Kelimeler: Arzu, Tanınma-Kabul Görme, Özne, Mutlak, Koruyarak-Aşma.