Özet
Türkiye'de seyirci-sinema etkileşimi 1896'da sinematografin gelişiyle başlamıştır. Osmanlı'nın son yıllarına rastlayan dönemde sinema seyircileri çoğunlukla azınlıklar ve Osmanlı üst sınıfına mensup kişilerdir. Cumhuriyet' in ilanıyla birlikte başlayan çağdaşlaşma sürecinde ülke siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanda büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Bu dönemde devlet, sinema alanını özel teşebbüse bırakmıştır. Ertuğrul - İpek Film egemenliğindeki film üretimi sınırlı kalmıştır ve ancak birkaç film taşıdıkları 'ulusal duygular' nedeniyle seyirci çekmiştir. Salonlarda dünya sinemasının en iyi örneklerinin gösterildiği sırada üretilen Türk filmleri bu örneklerden her bakımdan geridir. 2. Dünya Savaşı'nın ülke ekonomisi üzerinde yarattığı olumsuz etkiler nedeniyle Türkiye hem siyasal hem de ekonomik anlamda içine kapalı bir döneme girmiştir. Sansüre rağmen üretimde bir hareketlenme gözlenmiştir. Filmlerin sesli olarak çekilmesinden vazgeçilmesiyle film maliyetleri düşmüş ve üretilen film sayısı da artmaya başlamıştır. Farklı fiyat uygulamaları ve tanıtım teknikleriyle seyirci sayısı artırılmaya çalışılmıştır. Demokrasiye geçiş ve yeni vergi düzenlemesi ile girişimci sayısı ve film sayısındaki artış hızlanmıştır. Konulardaki çeşitlilik, salonların ülke çapında yaygınlaşması ve yeni bir sinema dili arayışları seyirci sayısını artırmıştır. Bu yükseliş 1961 Anayasası ile başlayan yeni dönemde de devam etmiştir. Seyirci sayısı bakımından Türk sineması 'altın çağ'ını yaşamıştır. 'Ulusal Karakter' taşıyan filmler üretilmiştir. Uzun süre içinde -aile ve kadın ağırlıklı- kendi seyircisini yaratan Türk sineması başka arayışlarla kısa sürede seyircisini kaybetmeye başlar. 60'ların sonundan itibaren seyirci profilinde başlayan kırılma 70'lerde parçalanmaya dönüşür. Türk sineması gerçek seyircisini kaybetmiştir. 1975 'ten bugüne dek bunalımdan kurtulamayan sinema sürekli seyirci arayışı içinde olmuştur. 1989'dan sonra dünya ve Türkiye'de yaşanan hızlı değişimler sinema seyircisinin profilinde köklü bir değişime yol açmıştır. Film yapımcıları bu yeni -ağırlıklı olarak genç- kitleye dönük filmler üreterek bunalımdan çıkmayı denemişlerdir. Kayboldu sanılan gerçek seyirci kitlesi ise evlerine çekilmiş yerli dizileri seyretmektedir. Bu da ulusal bellek kavramının kuşaklar boyunca varlığını koruduğunu göstermektedir. Bu bakımdan ancak ulusal kültür ölçütüyle tanımlanabilen Türk seyircisini salonlara çekebilmenin yolu da bu kültürü çağdaş sinema diliyle yeniden işleyen filmlerin yapılması ve bunların sayısının artmasıdır. ANAHTAR KELİMELER: Türk Sineması, Cumhuriyet, altın çağ, seyirci profili, ulusal kültür.