Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Açık Bilim, Sanat Arşivi
Açık Bilim, Sanat Arşivi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.MSGSÜ'de Ara
1990 sonrası Türkiye sinemasında oluşan özerk alan: Sermaye, Habitus ve duygu ekseninde bir bakış
Özet
Bu çalışma, Doksan sonrası Türkiye sinemasını Bourdieucu bir perspektifle tartışıyor. Öncelikli amaç Türkiye'de sanat sinemasının diğer bir deyişle özerk sinemanın nasıl oluştuğunu Bourdieu'nun kavramlarını kullanarak açıklamak ve Bourdieu'nun alan kavramını Türkiye sinemasına uygulamak. Tezin ilk bölümünde modern Türkiye sinemasını daha iyi anlamak için geleneksel Türkiye sinemasının (bilinen adıyla Yeşilçam) kuruluşu tartışılıyor. Yeşilçam sinemasının kapitalizme içkin yarayı perdeleyen bir "toplumsal fantezi" olan "ulusal hikaye" etrafında döndüğünü ve bu hikayenin doksik bir düşünce haline gelen bir söylem olduğunu söylüyor. Bu dönemin diğer doksalaşmış kabulü ise parasız, yapımcısız film yapılamayacağıdır. Bu doksik düşünce yönetmenlerin özerkleşmesine izin vermez. Ekonomik bağımlılık ve doksik olanı içselleştirmiş zihinsel yapılardan dolayı "Türklük perdesi"ni açamayan, onun içinden konuşan filmler birbiri ardına üretilirken, bu perdenin dışından konuşmaya çalışan filmler yapan yönetmenler de bir ya da iki filmle sınırlı kalır ve ya sinema yapamaz duruma gelir ya da yine bu yapının içine girerler. Bu yapı ancak Yeşilçam'ın krize girdiği Yetmişli yılların sonunda çözülmeye başlar. Ekonomik ve toplumsal krizin Yeşilçam fantezilerinin inandırıcılığını azalttığı bu yıllarda alan ve habitusların senkronizasyonu sekteye uğradığı için bilinç devreye daha fazla girer ve eyleyicileri farklı tutumlar almaya zorlar. Dolayısıyla, yapının dışına çıkmaya çalışan filmler bu yıllarda yapılmaya başlanır. Yönetmenler kendi dilleriyle konuşmasalar da var olanın aşılmaya çalışıldığı yıllardır Yetmişler. 1980 darbesi ile yeni bir döneme giren ülkede Yeşilçam film endüstrisi sönmüş, gösterime giren yerli film sayısı giderek azalmıştır. Her kesimden insana hitap etme zorunluluğunun yarattığı standartlaşma bitince daha nitelikli filmler üretilmeye başlanmıştır. Seksenli yıllar seyirci merkezli sinemadan yönetmen merkezli bir sinemaya geçiş anlamında özerk sinema alanına doğru da bir geçiş, ara dönemdir. Yine bu dönemde sinemada seyirci ilgisi kaybolurken ödüllendirilmek, entelektüeller tarafından dikkate alınmak, itibar, Bourdieu kavramıyla söylersek sembolik sermaye önem kazanmaya başlamıştır. Doksanlarda ise durma noktasına gelen yerli film üretimine karşı bir grup sinemacı çözümü Hollywood gibi film yapmakta; sinemayı teknolojiyle tanıştırmakta, gündem olabilecek konuların filmlerini yapmakta bulmuşken, Doksanların sonlarında yeni bir sinema ortaya çıkmış; bu dönemde sanat sineması ilk kez özerk bir alan olarak kurulmuştur. Dolayısıyla Doksan sonrası Türkiye sineması iki alana ayrılmıştır: Piyasa yönelimli ticari, popüler sinema ve özerk sinema. Bütçe olanakları (Kültür Bakanlığı, Euroimage, vs.), film teknolojisinin demokratikleşmesi, festivaller, eleştiri kurumu, yeni sınıf kimliklerinin ortaya çıkması ve kentsel değişimle beraber oluşan yeni bir sinema seyircisi özerk alanın kurulmasında önemlidir. Özerklikten kasıt, sanat filmlerinin tekil örnekler olarak kalmadan, sembolik olanın ekonomik olana üstün geldiği kurumsallaşmış bir film pratiğidir. Bir sanat eserinin özerk alana girmesi kar baskısının ve piyasa dayatmalarının, doksik yapının dışına çıkan bir üretim anlayışıyla gerçekleşir. Sonuç olarak, sanat sinemasını neyin özerk yaptığını, özerk alanın nasıl kurulduğunu ve ticari sinemadan nasıl ayrıştığını sermaye, habitus ve diğer Bourdieu kavramları kullanarak tartışan bu çalışma, bu iki sinemanın yapısal anlamda ayrışmalarını görmeye çalışacak. İçeriksel olarak nasıl ayrıştıklarını da duygular üzerinden analiz ederek özerk sinema alanının kendine ve topluma dair düşünümsel bir sinema olduğu sonucuna varacak. Onu sanat yapan şeyin de bu düşünümsellikten doğduğunu söyleyecek.