Özet
Fenomenoloji, özün kendisi üzerine kurulan bir felsefe olmayıp öz görüsü üzerine, özü görüleyen bilinç üzerine kurulmuş bir felsefedir. Özü görüleyen bilincin en temel özelliği her zaman için belli bir şeyin bilinci olmasıdır. Daha açık bir şekilde söylenecek olursa her bilinç belli bir şeyin bilincidir. Bu temel özellik "bilincin yönelmişliği" olarak adlandırılmaktadır. Buna göre gerçekliğin kendiliğindenliği diye bir şey söz konusu olamaz; gerçeklik denen her zaman kendisine yönelen, bilince varılan, görülenen bir şeydir. Dolayısıyla fenomenoloji, bütün her şeyi açıklama savında olan bir felsefe dizgesi olmaktan çok, şeyleri betimleyerek anlamaya karşılık gelen özgül bir felsefe yöntemidir. Algıyla hareket edersek, sanat yapıtını anlamaya hazır hale geliriz, çünkü sanat yapıtı da duyumsanan bir bütünlüktür, sanat yapıtının anlamı deyim yerindeyse başına buyruk değildir, bağlıdır, onu açığa çıkartan bütün gösterge ve ayrıntıların boyunduruğu altındadır. Yani algı nesneleri gibi sanat yapıtınınn da doğası görülüp duyulmaktır. Bu tez duyumsanan gerçekliği ve sanatın maksadına dair fenomenolojik bir sorgulamayı içermektedir ve sanatın özellikle 20. yüzyılın başlarından günümüze değin yaşadığı büyük değişimi ve fenomenoloji felsefesinin bu süreçteki rolünün sanattaki kesişme noktalarına işaret etmektedir.