Abstract
İlk binalar inşa edildiğinden beri, cepheler iki ortamı birbirinden ayırmaktadır: dış ve iç. Cephelerin mimarideki işlevi ve doğa tarafından geliştirilen büyük koruyucu katman portföyü (deri, zarlar, kabuklar, kütiküller) birçok benzerlik paylaşmaktadır. Bina cephesi, bir binanın hem iç hem de dış cephesine ait bir yüzey olarak ve dolayısıyla bir ayrımı sınırlayan, aynı zamanda binayı ve dış çevresini ayrılmaz bir şekilde birleştiren bir yüzey olarak düşünülebilir. Cephelerin farklı katmanlara bölmesiyle deneyimlenen mekân, sınırlarla tanımlandığında bir yer, bir ev, bir mesken haline gelmekte ve oraya bu sınırlardan geçerek erişilebilmektedir. Hem soyut hem de fiziksel anlamda görüldüğü gibi, yüzey olarak bina kabuğu kavramı, onun hem iç ve dış arasında bir denge aracısı olarak hem de belirli arabulucu ilişkilerin gömülü olduğu bir aygıt olarak hareket edebileceğini göstermektedir. Cephenin tasarım inceleme kararları artık yalnızca bireysel ifade meselesi değil, aynı zamanda görsel ortak alanların görünümünü oluşturmada bireylerin ve toplulukların uygun rollerinin dikkate alınmasını da içermektedir. Bina cepheleri insan algısıyla karşılıklı etkileşim halinde oldukları süreç içerisinde iletişimsel ve işlevsel bir amaç boyutunda estetik bağlamda görsel olarak yorumlanarak insan üzerinde anlam kazanma halindedir. Mimari yapılar çeşitli işaretler göndererek kent içerisinde elle tutulabilir sembolleşmeler yaratmaktadır ve cephe bu sözsüz iletişim için binanın ilk bölümlerinden biridir. Bu, cepheyi, özellikle cephenin kent mahallinin bir duvarı olduğu şehir içerisinde, binanın önemli bir unsuru haline getirmektedir.