Özet
Bu çalışmada, çağdaş politika düşüncesinde insan hakları tartışmalarının hangi felsefi sorular ve sorunlar etrafında yürütüldüğü ele alınmaktadır. Çalışmanın temel amacı, bugün insan hakları söyleminin yaşadığı teorik ve pratik açmazların aşılmasının mümkün olup olmadığı sorusuna yanıt aramaktır. Bu soruya yanıt ararken, çağdaş düşüncede baskın olduğunu iddia ettiğimiz iki politik eğilimin eleştirel bir karşılaştırmasını başlangıç noktası olarak seçmekteyiz. Bu eğilimlerden ilki kimlik (ve farklılık) eksenli politika, diğeri ise yurttaşlık temelli bir evrensellik politiğidir. İnsan hakları tartışmalarının daha çok ikinci politik eğilimle ilişkili şekilde karşımıza çıktığını söylemek mümkündür. Çalışmanın iddialarından birisi, her iki politik eğilim arasında birbirini tamamlayıcı bir ilişki kurularak insan haklarının yaşadığı meşruiyet krizinin aşılmasını sağlayacak bir düşünce egzersizi yapılabileceğidir. Bugün insan hakları söylemi paradoksal bir şekilde karşımıza çıkar. Bir yandan post-endüstriyel modele dayalı ileri Batı toplumları insan hakları ve özgürlüklerinin korunup geliştirildiği politikalara ihtiyaç olduğunu dile getirmekte, diğer yandan ise insan hakları ve özgürlükler ya bu ihtiyacı dile getiren yönetimler ya da diğer ideolojik çevreler ve devlet otoriteleri tarafından çiğnenmekte ve araçsallaştırılmaktadır. Bu pratik açmazın esasen teorik bir açmazla da ilişkili olduğu açıktır. İnsan haklarının belki de en önemli teorik açmazlarından birisi, evrensellik iddiasının homojenleştirici ve farklı kimlikleri yadsıyan bir karaktere bürünmesidir. Evrensellik politikalarının yol açtığı açmazları aşmaya yönelik bir girişim olarak okuyabileceğimiz kimlik eksenli politikalar ise, insan haklarının belirli kimliklere sabitlenme riskini kendi içerisinde barındırır. Dolayısıyla her iki politik eğilimi dışlamayan ve onlar arasında karşılıklı bir ilişki kurulmasını sağlayacak yeni bir düşünme pratiğine ihtiyaç vardır. Bu çalışma, hem kimlik politikaları ve mücadelelerini görmezden gelmeyen ama haklar politiğini sadece kimlik sorununa da indirgemeyen, hem de yurttaşlığı evrensellik kıskacına hapsetmeyen yeni bir haklar düşüncesine ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu amaç ekseninde ilerleyen çalışmada, Ronald Dworkin, Jürgen Habermas ve Michel Foucault arasında eleştirel bir karşılaştırma yapılmaktadır. Her üç düşünürün bahsi geçen iki politik eğilimin gerilimlerinin aşılması ve insan hakları bağlamında yeni bir düşünme pratiğine ulaşılması noktasında çağdaş politika düşüncesine ne tür katkılar sağlayabileceği irdelenmektedir.