Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Açık Bilim, Sanat Arşivi
Açık Bilim, Sanat Arşivi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.MSGSÜ'de Ara
Spinoza ve Kant'ta teleoloji anlayışı bağlamında ahlak ve özgürlük
Özet
Spinoza ve Kant ontolojisi geleneksel metafiziğin başat temalarından olan teleolojiye ilişkin kesin bir eleştiri ortaya koymuşlardır. Spinoza Etika'sının Birinci Bölümü'nün Ek bölümünde teleolojiyi Ortaçağ teologlarının bir önyargısı olarak değerlendirir. Spinoza'ya göre, teleolojik bakış açısı doğanın nedenselliğinin tersine çevrilmesine ve Tanrı'yı antropomorfik bir zeminde görmeye neden olduğu için oldukça yanılgılıdır. Aynı zamanda Spinoza teleolojik doğa algısının şeylerin insan için, insanın da Tanrı'ya tapınmak üzere yaratıldığını öngördüğünden araçsalcı bir bakış açısını ortaya çıkardığını tartışır. Spinoza'nın tüm ontolojisi doğanın son nedenler etrafında açıklanmasına karşı bir teori olarak ortaya çıkmıştır. Bu minvalde Jonathan Bennett, John Carriero ve Gilles Deleuze gibi Spinoza yorumcuları Spinoza etiğinin de yararcı, sübjektivist ve anti-teleolojik bir zeminde şekillendiğini savunurlar. Bu çalışma ise, Edwin Curley, Don Garrett ve Martin Lin gibi Spinoza yorumcularına paralel olarak Spinoza etiğinde teleolojik bir yönün olduğunu savunacaktır. Bu perspektifin merkezinde, Spinoza'da insanın sonlu bir varlık olarak sonsuz ile kurduğu ilişkideki zorunlu bir yönelim fikri yatmaktadır. Zira Spinoza insanı etik olarak çabalayıcı (conative) bir varlık olarak tanımlayarak onu özsel bir çizgide okumaktan imtina etmiştir. Spinoza'ya göre, insan özü itibariyle dinamik olarak kendi varlığını korumaya (conatus) çabalar. Ancak bu çabalama edimi, bilinçsiz ve ereksiz bir faaliyet değildir esasen. Zira Spinoza'nın conatus ile upuygun fikirler arasında kurduğu zorunlu bağlantısallık insanın doğanın/Tanrının sonsuz bilgisini kavramaya yönelik bir çabasını içerir. Spinoza ahlaka ilişkin bu teleolojik yaklaşımı skolastikten gelen en yüksek iyi, kurtuluş, yetkinlik ve entelektüel sevgi kavramlarıyla da sürdürmüştür. Öyle ki Spinoza'ya göre, sonlu insan sonsuz tözün kavranışı çabası bağlamında en yüksek iyiye ulaşabilen, ve bu şekilde yetkinleşerek özgürleşebilen bir varlıktır. Bu anlamda Spinoza etiği özgürleşmeyi, insan doğasının upuygun fikirlere yönelik olarak sarf ettiği amaçlı çabaya dayandırmıştır. Ancak bu çaba aşkın bir Tanrı'ya yönelik bir çaba değil, içkin bir doğanın kavranışına yöneliktir. Bu minvalde, bu çalışma Spinoza etiğinde özgürleşme olgusunun içkin bir doğa/Tanrı anlayışına yönelim zemininde açığa çıkan teleolojik bir olgu olarak da okunabileceğini tartışacaktır. Kant ontolojisi geleneksel metafiziğin teleolojik yaklaşımına karşı eleştirel bir tutum sergiler. Kant teleolojinin doğaya objektif bir olgu olarak atfedilemeyeceğini ve onun ancak reflektif yargılar (sübjektif a priori) zemininde düşünülebileceğini savunmuştur. Kant'a göre, doğa mekanik bir yapı olmanın yanında canlılığı da içermesi bakımından teleolojik bir bakışla de görülebilir zira bu tür bir bakış, doğanın heterojenliğinin sistemli bir şekilde kavranmasını sağlar. Kant teleolojisinde yer edinen bu eleştirel bakış açısı, onun etiğine de yansır. Kant teorik ve pratik felsefe arasında yaptığı ayrım temelinde, insanın iradesinin veya istemesinin bir nesneyi fiilen belirlemesini esas aldığı ahlak teorisi bağlamında, ahlak yasasının onu koşulsuz bir tümlüğe ulaştıran en yüksek iyi (summum bonum) kavramını belirlediğini ortaya koyar. Bu bağlamda Kant, iyi ve kötünün ahlak yasasını belirleyen kendinde varlıklar olarak görmez de onların ahlak yasasının gerçekleştirilmesinin sonucunda tesis edildiğini düşünür. Bu bakımdan Kant etiği, başta salt ahlak yasasının biçimsel olarak belirlenmesini esas alan deontolojik bir etik teorisi olarak görülebilecekken, bütüncül olarak bakıldığında en yüksek iyi idesinin de devreye girdiği teleolojik bir etik anlayışıdır. Bu anlamda, Kant özgürlük temelinde açımlanan ahlak yasasına materyal kazandıran unsurun öznelerin objektif bir zeminde bir araya geldiği bir ahlaki dünya olarak en yüksek iyi idesi olduğunu tartışır. Ancak unutulmamalıdır ki Kant'ta en yüksek iyi ideali salt pratik bir ideadır. Yani en yüksek iyi olgusu, ahlakiliğin birincil bir koşulu değil, salt bir postülattır. Ancak bu idea, öte bir dünyaya ertelenebilir bir gerçeklik değil, bizatihi uzaysal ve zamansal olan dünyada açımlanacak bir idealdir. Benzer şekilde, Kant en yüksek iyi ideasının koşulsuz bir zemin olarak ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrı idelerini de gerektirdiğini savunur. Ona göre, en yüksek iyinin sağlanması, yani ahlakiliğe paralel olarak mutluluğun orantılı bir biçimde sağlanması Tanrı'nın öznel bir zorunluluk çerçevesinde kabul edilmesini gerektirir. Bu bakımdan Kant ontolojisi teorik düzlemde Tanrı ve ölümsüzlük idelerinin nesnel gerçekliğini yadsısa da bu yolla esasında pratik bir bilgi olarak Tanrı ve ölümsüzlüğe yer açmıştır. Diğer bir deyişle, Kant bilginin sınırlarını çizerek rasyonel imana yer açmıştır. Bu anlamda, Kant'ın teorik felsefesine karşı olarak pratik felsefesi en yüksek iyi ideasını ve ona zemin oluşturan ölümsüzlük ve Tanrı idelerini postülat düzeyinde kabul etmeyi gerektirdiğinden teleolojik algının pratik ve höristik düzeyde sürdürüldüğünü gösterir. Bu bakımdan, bu tez çalışması, Spinoza ve Kant ontolojisinde Aristoteles ve Aquinas'tan beri gelen geleneksel teleolojinin reddine rağmen, pratik felsefeleri (ahlak teorileri) bağlamında içkinci ve sübjektivist bir tarzda teleolojik bakış açısının korunduğunu iddia edecektir. Spinoza etiğinin doğanın/Tanrının sezgisel bilgisi (üçüncü tür bilgi) zemininde açımlandığını ve insan doğasının sürekli bir çaba etrafında doğaya/Tanrı'ya yönelim zemininde varolarak kendisini özgürleştirebilen bir varlık olarak okuduğunu, Kant'ta ise ahlakiliğin birincil olarak ahlak yasasının normativitesine dayandırılsa da bütüncül bir okumayla en yüksek iyi idealinin ve buna bağlı olarak ölümsüzlük ve Tanrı idelerinin de devreye girdiği teleolojik bir süreç olarak ele alındığı tartışılacaktır. Bu bağlamda, Spinoza ve Kant etiğinin farklı ontolojik düzlemlerde de olsa, etiği ve özgürleşmeyi içkinci bir teleoloji anlayışı ile yorumlamaları bakımından ortak bir paydada bir araya geldikleri iddia edilecektir.