Mimar Sinan Fine Arts University Institutional Repository
DSpace@MSGSÜ digitally stores academic resources such as books, articles, dissertations, bulletins, reports, research data published directly or indirectly by Mimar Sinan Fine Arts University in international standarts, helps track the academic performance of the university, provides long term preservation for resources and makes publications available to Open Access in accordance with their copyright to increase the effect of publications.Search MSGSÜ
Rooooaaaaarrrrrrrrr Kükreyen kalabalıkların gürültüsünde çoksesliliği duyabilmek
Abstract
“Çok kalabalık ve gürültülüler öyle değil mi? Sadece dinle onları!”
1859 yılında yayımlanan Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi romanı, ilk gazete mülakatçılarından Louis-Sébastien Mercier’nin 1781’de yayımlanan Tableau de Paris’teki gözlemlerine dayanmaktadır. Roman, Fransız Devrimi öncesinde, 1775 yılında başlayan olayları, bir ailenin değişen yaşantısı üzerinden anlatır; devrimi ve o dönemde Paris Londra ekseninde yaşananları tanıklıklar perspektifinden aktarır. Romanın yazılmasından neredeyse yetmiş yıl önce yaşananların izini arayan Dickens, Thomas Carlyle’ın Fransız Devrimi Tarihi’nden alınan tarihsel bilgilerden de yararlanır. Ayrıca romanı yazdığı dönemde Victor Hugo ile görüştüğü bilinmektedir. Yazar, yayımlandığı dönemde eleştirildiği üzere, tarihsel aktörlerin ve içinden geldiği üst sınıfın anlatıcısı olmak yerine, kalabalıkların içinden yazar; devrimin rüzgârından etkilenenlere bakar.
Roman açılış cümlesinden başlayarak karşıtlıklar üzerine kuruludur: “zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü.” İki düzlem, iki olay çatısı, iki farklı şehir ile kurgulanmıştır; Dickens’ın yarattığı güçlü karakterler düşünce ve tutumlarıyla farklı sosyal sınıfları temsil eder. Olay örgüsünün düğümlendiği yerlerde, Londra ve Paris ekseninde kurulan karşıtlıkların üzerinde, ortaklıklar da dikkati çeker. Romanda sesi sürekli olarak duyulan ve iki şehri, farklı sosyal yapıları birleştiren, hepsinin üzerinde ve içinde dolaşan bir kalabalık vardır. Yazıldığı tarihsel dönemde gündelik hayatın adeta bir genel çekimi niteliğinde olan bu romanda, özellikle Paris’teki kalabalığın sesini duymak mümkündür. Bu ses romanın işitsel boyutu öne çıkarmakta, zıtlıkların birliğini sağlayan işitsel unsur roman boyunca okuru takip etmektedir. İngiltere’de huzur içinde yaşayan ailenin, kendilerini çağıran geçmişten kaçamayan kahramanların peşinden, devrimin yaşandığı Paris’e sürüklenmesi bu sesin daha da şiddetli duyulmasına yol açar. Karakterlerin arasında gözümüzde canlandıramadığımız ama tragedyalardaki koro gibi ortamın nabzını tuttuğunu hissettiğimiz bir kalabalık vardır. Bu kalabalıklara ait sesin, yazar tarafından önce ayak sesleri olarak duyulmaya başlandığını ve ilerleyen bölümlerde yüce bir kükreyiş olarak hayatı sardığını duyarız. Daha sonra bu ses bir gürültüye dönüşür, tehdit edici bir hale bürünür. Kahramanları içine çeken sarmalın bir aşk öyküsü eşliğinde çözülüşü, romanın kurgusunda devrim yangınları içindeki Paris’in geride kalmasıyla, o dönemde özgürlüğün, adaletin ve huzurun kalesi gibi görünen Viktorya Dönemi İngiltere’sine dönüşleri ile yaşanır. Ancak gerçek hayatta Dickens’ın İngiltere’si o kadar huzurlu olmayacaktır. Yazar, roman yüzünden eleştirilecek, okuru tarafından anlaşılmayacak ve kalabalığın gürültüsü gerçek hayatta Dickens’ı takip edecektir.
Bu yazı, Viktorya Dönemi yazarlarından Charles Dickens’ın tarif ettiği sesler aracılığıyla, kalabalık ve kalabalığın gürültüsü üzerine düşünmeyi amaçlıyor. Görsel olarak ifadesi oldukça güç bir fenomen olan, portresine kavuşamamış –ve belki de hiç kavuşamayacak– olan kalabalıkları ses yoluyla anlatması bakımından romanın işitsel unsuru incelenmeye değerdir. Kalabalığın sesi veya gürültüsü ile ilgili anlatımlar iki açıdan dikkat çekicidir: günümüze ulaşmayan bu sesler kayıt değil, tarif yoluyla aktarılır. Dolaylı bir kayıt anlamına gelebilecek bu tarifler, yazarın kalabalıkları nasıl duyduğunun bilgisini de içerir. Yazarın bu seslerle ilgili hislerini, yorumlarını, onları nasıl algıladığını ortaya koyan bu cümleler, kalabalıklarla ilgili döneme özgü düşünceleri özetleyen birer göstergeye dönüşür.
Roman boyunca duyulan kalabalığın sesi, önce kasvetli bir sessizlikle, sonra ayak seslerinin patırtısıyla, daha sonra isyan çağrılarıyla ve kaba müzikle anılır. Romanın ilk sahnelerinden birinde Saint Antoine’daki şarap evinin önünde, sokakta kırılan şarap fıçısının etrafında toplanan şen seslere ve şamataya kulak kabartan Dickens, toplumsal hareket yayıldıkça tırmanan yüksek sesten doğal bir gücün karşısındaymışçasına etkilenir. Ancak bu sesi giderek korkunç, kaba, usandırıcı, anlamsız bir gürültü olarak duymaya başlar. Şamatanın yerini, toplumsal değişimi getiren o büyük akışın sesi alır: “Bastille’e!” diye bağıran gür sesler, intikam dolu çığlıklar, protesto eden kadınların tiz bağrışları, kulakları sağır edici ve sersemletici bir gürültü, patırtı içerisinde ilerleyen düzensiz alayın sesi, örgü ören kadınların ritmik şıkırtıları, tuhaf bir fısıldaşma salgını... Kalabalıklardan kaynaklanan bu yeni seslerin anlatımında, onların gürültü olarak adlandırılışında, Dickens’ın hoşuna gitmeyen bir şey olduğu anlaşılır.
Source
CogitoIssue
109URI
https://www.yapikrediyayinlari.com.tr/dergiler/sesli-dusunmekhttps://hdl.handle.net/20.500.14124/5663
Collections
- Điğer Kaynaklar [10]