Abstract
Immanuel Kant Yargı Gücünün Eleştirisi adlı kitabında yüceyi "onunla karşılaştırma içinde başka her şeyin küçük olduğu şey" olarak tanımlar. Bu tezin amacı yüceyi etik, politik ve retorik bakımdan tartışmaktır. Bunun için ilk önce, yüce etik bakımdan tartışılırken Shaftesbury Kontu'nun doğru ya da yanlış duygusu, Hutcheson'ın çeşitlilikte tekbiçim ve Burke'ün kendini koruma tutkusu kavramları ve bunların Kant'ın ahlâk yasası, düşünümlü yargılar, koşulsuz buyruklar, dinamik ve matematik yüce ile özerklik kavramlarına dönüştürülmesi incelenecektir. Özellikle, özerklik kavramının Saf Aklın Eleştirisi'nde negatif özgürlük olarak koyutlanırken Pratik Aklın Eleştirisi'nde olumlu pozitif olarak türetilmesi açıklanacaktır. "Aydınlanma Nedir?" makalesindeki özerklik kavramı ile Aydınlanma arasında bağlantı kurularak Foucault'nun Aydınlanma projesinin tamamlanıp tamamlanmadığına dair görüşleri, Aydınlanmanın eleştirel tutumla eşleştirilmesi ve bu tutumu örnekleyen flanör ve dandy tarzları arasındaki karşılaştırma ile etik tartışması tamamlanacaktır. Politik bakımdan tartışmada, önce Kant'ın beğeni yargılarının genel geçerliği üzerinden insanın doğaya yüklediği amaçlar olan beceri ve terbiye kültürü açıklanıp hem Hume'un eleştirmen kavramı hem Kant'ın dâhi kavramının terbiye kültürü ile çelişkili olduğu gösterilecektir. Ardından Sigmund Freud'un Eros ile Thanatos içgüdüleri arasındaki gerilim sonucunda ortaya çıktığını öne sürdüğü kültürün huzursuzluğu; yüceltme, suçluluk duygusu ve vicdanla ilişkilendirilecektir. Kitleyi oluşturan kişilerin kendi arasında ve liderle olan psikolojik ilişkisi de aynı içgüdüler üzerinden açıklandıktan sonra Marcuse'nin bu ilişkileri yeniden yorumlarken kullandığı ruh kavramı ile kültürün olumlayıcı karakterinin çözümlemesi yapılarak politik tartışma tamamlanacaktır. Retorik bakımdan tartışmada ise, Longinus'un yücenin beş kaynağı olarak tanımladığı ruh soyluluğu, şiddetli duygular, figürlerin düzgün inşası, seçkin söyleyim ile sözcüklerin ağırbaşlı ve soylu bireşiminden yola çıkılacaktır. Auerbach'ın seçkin stil ile figura sözcüğü arasında kurduğu üslup özellikleri, figürlerin düzgün inşasını örneklerken Bakhtin'in monoglossia ile heteroglossia, monolojik söylem ile diyalojik söylem kavramları arasındaki ayrımlar üzerinden seçkin söyleyim açıklanacaktır. Daha sonra, diyalojik söylemin örneği olarak Platon'un Sofist diyaloğundaki öykünmenin (mimesis) sözde bilgi oluşturduğu önermesi ele alınarak sözcüklerin ağırbaşlı ve soylu bireşimini örnekleyen yüksek kültürün seçkin stilin üslup özellikleri ve monolojik söylemiyle ruh soyluluğuna öykünen bir retorikten ötesi olmadığı belirtilecektir.