Özet
Bu çalışma ile oldukça kaygan bir tartışma zemine sahip olan mimarlık alanında, en azından bazı noktalar ile ilgili daha elle tutulur verilerden yola çıkarak mimarlığın ne olduğuna; geçmişinin, bugününe ve yarınına etkisinin nasıl olduğuna/olacağına dair düşüncelerin üretilebileceği bir altlık/çalışma ile daha statik bir zemine katkı sunmak amaçlanmaktadır. Çalışma bu kapsamda, Alman medya kuramının kültürteknik kavramı ile mimarlık faaliyetinin enstrümanı mimari temsil arasında bir ilişki kurarak, önce mimar figürü ve mimari temsil araçlarının tarihsel gelişimine incelemiştir. Bu incelemeden sağlanan verilerle, mimar figürünün tarih içerisindeki gelişim sürecini, 16. ve 20. yüzyıl arasında üretilen ve DigiPortA web portalında arşivlenen bir dizi mimar portresi üzerinden anlamaya çalışmıştır. Mimari temsil ile mimarlık faaliyeti arasında, mimarlık pratiğinin özgül nitelikleriyle ortaya çıktığı zaman diliminden bu yana olduğu düşünülen özdeşliğe yakın bağın izini mimar portreleri üzerinde sürmüştür. Bu kapsamda, bu iki unsur arasındaki ilişkiye dair işlenebilecek veriler üretme amacıyla mimari temsil ve mimar figürünün çeşitli imgeleri ile ilişkili bazı unsurları çalışmaya tabi olan portrelerde tespit etme, bulgularını her bir portre için bir veri grafiğine çevirme ve her bir portre için ürettiği veri grafiklerinden yola çıkarak bir meta-veri grafiği oluşturma yolunu izlemiştir. Çalışma sonucunda, ilk olarak, bugün bilindik anlamda bir mimar figürünün olmadığı çağlarda dahi mimari çizim ve diğer mimari temsillere rastlayabildiğimizi düşündüğümüzde, mimari temsilin genel bir inşa pratiği olarak mimarlık faaliyeti içerisindeki önemi anlaşılmıştır. İkinci olarak, her ne kadar mimari temsilin ilkel biçimleri mimarlığın varlığının tartışmalı olduğu zamanlarda da olsa dahi, mimar figürünün ortaya çıkışının bu mimari temsil kültürünü içselleştirmek ve geliştirmek üzerine kurulduğu görülmüştür. Üçüncü olarak, mimar ve mimari temsil ilişkisinin, zaman içerisinde salt bir aktarım aracı olmaktan çıkarak mimarın kendi düşünsel dünyasının gelişiminin bir aracı haline geldiği anlaşılmıştır. Dördüncü olarak ise mimarların mimari temsil ile kurduğu ilişkinin bir grup insanın istek ve arzuları sonucu değil, bir toplumsal gereksinimden dolayı gerçekleştiği görülmüştür.