Abstract
Dil etnik hareketlerin ve ulusal inşa süreçlerinin yapı taşlarından biri olagelmiştir. Nüfusun homojen olduğu devletlerde dil, birliğe ve siyasi istikrara katkıda bulunabilirken, farklı dillerde konuşan önemli sayıda azınlık barındıran ülkelerde dil ayrıştırıcı bir rol üstlenerek çatışmalı ortamların temelini oluşturabilmektedir. Bu çatışmalar devletlerin tekçi ve merkeziyetçi politikalar geliştirmeleriyle politik şiddete dönüşebilmektedir. Öte yandan dil ve kimlik arasındaki ilişki türünün bir tercih olduğunu ileri süren yakın dönemli çalışmalar bu tercihlerin siyasal ve ekonomik sistemler, iktidar ilişkileri, dil politikaları ve kişilerin kendilerine ve ötekilere dair kimlik algılarıyla kaçınılmaz bir etkileşim içinde olduğunu vurgular. Bu bağlamda dil, kolektif bir kimliğin işareti olduğu kadar, sembolik bir sermaye veya sosyal bir kontrol aracı olarak da işlev görmektedir. Kişinin belli bir dili kullanma tercihi, özellikle çatışmalı durumlarda, kişilerin anadiline, etnik aidiyetine, dil kapasitesine, siyasal konumuna ve hatta açık görüşlülüğüne dair karmaşık bir dizi varsayıma işaret eder. Dolayısıyla dil, bir kimliği simgelemenin yanı sıra, iktidar, çatışma, müzakere, direniş ve/veya dayanışma alanlarından birini de oluşturabilmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmada etnik çatışma konusu olarak dil meselesinin kökenleri incelenirken, Türkiye'de ulus-devlet inşa sürecinde devletin yürüttüğü dil politikaları ve pratikleri, Kürt siyasal ve kültürel aktörlerinin geliştirdiği dil siyaseti ve dilsel tutumlarla ilişkisellik içinde incelenmektetir.