Abstract
Sözleşmenin doğası, soyut bireylerin soyut birliğe doğru hareketini öngörürken, iki yanlı bir soyutlama düşünceye eşlik eder. İkisi de temsilîdir, tek-yanlıdır. G.W.F. Hegel’in felsefesinde hakkın tözsel öğesiyle kastedilen, ahlaki doğadan, bir başka deyişle konsensusa dayalı, uzlaşımsal sözleşmelerden farklı olarak gerçek sözleşmelerdir. John Locke ve diğer empiristlere karşı ahlaki olandan farklı olarak normatif olana vurgu yapması bir paradigma değişikliğine işaret eder. Keyfî olan ve her an bozulabilen bir akittense modern devleti oluşturan öğelerin ne olacağına dair hazırlayıcı bir düşünmedir. Locke’un ve her tür empirizmin yanılgısı, öznelliği bilinç olgularına ve temsilî bir zihin dünyasına, nesnelliği de verili ve değişmez olarak varsayan yapıya indirgemesidir. Sözleşme düşüncesinin uzlaşımsal yapısı da, birey-toplum ilişkisinde bunların karşıtlık olarak kalması anlamında tarihsel-ontolojik olarak aşılmayı beraberinde getirir. Hegel’in duruş noktası, diğer eserlerinden de görüleceği üzere, anlama yetisi metafiziği karşısında akıl metafiziği olması bakımından bir ontolojidir ve bir önceki çağa özgü baskın epistemolojik görüşten ayrı bir yapıdadır. Konumuz gereğince politik ontoloji ya da daha sonraki tabirle, toplumsal varlığın ontolojisidir.