Abstract
Giriş Yerine: Neoliberal Kentleşmeden Otoriter Kentleşmeye Doğru Türkiye’deki kentler ve özellikle İstanbul, 1980’lerin ortalarından itibaren neoliberal dönüşüm olarak da bilinen, Harvey’nin (2006) ifadesi ile kentsel çevrenin sermaye dolaşımı için daha verimli bir zemin yaratmak üzere sürekli olarak yıkılıp yeniden inşa edildiği “yaratıcı yıkım” ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, kentsel arsa, emlak piyasaları ve inşaat sektörüne dayalı büyüme yeni bir modele yol açmış; “buldozer şehircilik” (Lovering ve Türkmen, 2011) olarak tanımlanan bu dönem, giderek daha müdahaleci ve otoriter bir kentleşmeyi beraberinde getirmiştir (Enlil vd., 2016). İnşaat temelli büyüme modeli, kentsel arazinin metalaştırılması ve yeniden dağıtılması stratejisine dayanmaktadır. Bu strateji ne AKP’ye ne de Türkiye’ye özgüdür; ancak maliyeti ve hızı açısından önemli bir vaka olduğunu, İstanbul’un da bu stratejinin vitrini olduğunu söyleyebiliriz (Balaban, 2013'ten aktaran Çavuşoğlu ve Strutz, 2014). Bu yazıda, karar alma süreçlerinin merkezileştirilerek mekânsal ve sosyal açıdan yıkıcı mega projelerin gündemi belirlediği bu döneme katılımcı pratikler açısından karşılaştırmalı olarak bakalım istiyoruz. Bunu yaparken de; siyasal arka planı göz ardı etmeden İstanbul’da Haziran 2022’de gündemi meşgul eden Atatürk Havalimanı’nın (AHL) planlama sürecini ama en çok da sonucunu tartışmaya açmak istiyoruz. Tartışmayı ise ne ülke koşullarının ne yasal çerçevenin ne de kentlerin benzer olmadığı ama örnek alanın oldukça benzer olduğu bir karşılaştırma ile süreçlerin nasıl sonuçlandığına odaklanarak yapıyoruz. Dolayısıyla, bu çalışmada sizi İstanbul’dan Berlin’e götürerek Yeşilköy ve Tempelhof arasında gezdirecek, bunu da kaçınılmaz olarak kentsel muhalefetin iki kentteki koşullarını anlatarak yapacağız.