Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Açık Bilim, Sanat Arşivi
Açık Bilim, Sanat Arşivi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.MSGSÜ'de Ara
Tiyatro, opera, bale, dans, festival, performans, kültür merkezi yönetimi için bir rehber: İşletmek ya da işlet(e)memek, işte bütün mesele bu!
Özet
Son yıllarda adını sık sık duymaya başladığımız sahne sanatları yönetimi adına bir
rehber yazmak düşüncesi kafamı uzun süredir kurcalıyordu. Bu konudaki teorik
bilgimi, pratikte sınama olanağını daha çok sivil toplum örgütlerinde ve bir iki özel
projede elde etmiştim. Ancak İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda idareci olmamla başlayan
süreç olması gerekenle olamayan ya da olabilecek arasındaki farkları netlikle
görmemi sağladı. Bir taraftan da bu alanın gerçekten köklü bir sanat bilgisi ve
görüşüne sahip olmayan yöneticilerin ve çalışanların elinde profesyonelleşme
olasılığının çok zor olduğuna dair inancım iyice pekişti.
Sanat yönetimi kavramının bile başlı başına bir sorun olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Üniversitelerde sahne ve gösteri sanatları yönetimi, sanat yönetimi adı altında açılan
bölümlerin çoğu aslında bir kavram karmaşasının içinde görünmekteler. Sahne
sanatlarını, gösteri sanatlarından ayıran kriterler nelerdir? Eğer ortaya çok net bir
ayırım koyamıyorsak -ki bu ayırımın pek çok kişinin kafasında var olmadığını
düşünüyorum- neden bu bölümlere sadece sahne sanatları ya da gösteri sanatları
başlığı altında toplamıyoruz. İkincisi sanat yönetiminden kastımız, eskiden yönetim
bilimi diye anılan şimdi ise literatüre geçen “işletme” yani İngilizce söyleyecek
olursak “management” kavramı ise neden bunu bu anlamda kullanmıyoruz? Sanat ve
işletme terimlerinin ülkemizde yan yana gelmesi belli ki hala tuhaf karşılanıyor. Öyle
ki ders verdiğim bölümlerden birine konulmasını önerdiğimiz “sanat pazarlaması”
dersinin, üniversite yönetimince uzun süre “sanat pazarlanacak bir şey değildir!”
inancıyla programa konulmadığı bir ülkede sanat işletmesi ve pazarlaması üzerinde
çalışmaya çalışıyoruz! Hala XIX. yüzyıl romantizmi içinde sanatın ulvi ve tanrısal
ışımayla gelen bir aydınlatma ve yaratma süreci, sanatçının da alnında ışığı ilk
hissedenler olduğuna dair inancın –yaratıcılık üzerine yapılan bütün bilimsel
araştırmalara rağmen- kabul gördüğünü gözlemlesek de , sanat ürününün -ki bu hele
bir de sahne sanatıysa- izleyiciyle buluşma zorunluluğunun olmazsa olmaz bir koşul
olduğunu kimse inkar edemez. İşte bu kitap tam bu noktada devreye girmektedir.
Öte yandan sanatla işletme kavramları pek çok insanın kafasında örtüşmese de
yönetim için aynı şey söz konusu değildir. Sanat doğal olarak yönetilir. Peki
“yönetmek”ten kastımız nedir? Oyun yönetmek, dans koreografisi yapmak, orkestra
idare etmek ya da opera sahneye koymakla arasındaki farkı bu kavrama hakim
olmayanlara nasıl anlatmalıyız? Kaldı ki İstanbul’da sanat yönetimi adı altında açılan
üniversite bölümlerinden birinin ders programının sanat yönetmenliği üzerine
odaklandığı, yani işletme bilgi ve becerilerini işin içine pek sokmadan uzun süre
çeşitli sanat dalları hakkında bilgi ve de bir miktar beceri kazandırılan bir bölüm
şeklinde yürütüldüğünü de hatırlatmak isterim. Bu noktada artık dürüst olmamızın
vakti geldiğine inanıyorum ve kavramın “arts management” karşılığı olan sanat
işletmesi (ya da işletmeciliği) olarak dilimize yerleşmesi gerektiğini savunuyorum. Ülkemizde sanat ve kültür alanının da profesyonel bir şekilde yönetilebileceği
anlayışının yerleşmeye başlamasında, üniversitelerde kurulan sanat yönetimi
bölümlerinin katkısı inkar edilemez. Ancak özellikle ticari eğlence sektörü dışında,
“yüksek” sanat olarak adlandırılan sahne ve gösteri sanatları ile müze ve sergi gibi
plastik sanatların yönetim anlayışları birbirlerinden farklı gelişmiştir. Opera, bale,
tiyatro ve klasik müzik gibi sanatlar genelde ödenekli kurumlar tarafından
Cumhuriyet ideolojisinin bir parçası olarak katı bürokratik bir yapı içinde
yönetilirken, özel tiyatro ve dans toplulukları çoğunlukla bir aile şirketi mantığında,
star, kurucu ve ortaklarının çağdaş yönetim anlayışlarından çok kişisel tercih ve
beğenileriyle yönlenen bir şekilde idare edilmektedirler. Öte yandan müzeler İstanbul
Modern’in kuruluşu sırasında sektöre kazandırdığı rekabet ivmesiyle, devletin
elindeki ziyaret edilmeyen atıl koleksiyonlar imajından çıkıp, tekrar tekrar ziyaret
edilmesi gereken, değişen sergi ve konseptlerle hizmet veren daha yaşayan mekanlara
doğru dönüşmeye başlamışlardır. Pera Müzesi, Sabancı Müzesi gibi diğer özel
müzelerin de bu yarışta kendilerine bir kulvar belirlemesiyle birlikte kazançlı çıkan
Türk halkı olmuş ve dünyaca ünlü sanatçıların yapıtlarıyla tanışma şansı doğmuştur.
Ayrıca İKSV Bienali, Artİstanbul, Contemporary Art Istanbul ve benzeri sanat
fuarları da sektöre yönelik talebin artmasında bir başka unsur olmuştur. Bu bakımdan
bakıldığında plastik sanatlar alanında çağdaş sanat yönetimi anlayışlarının bir süredir
hayata geçirilmekte olduğundan söz edebiliriz. Üstelik bu sadece müze ve fuarlarla
da sınırlı kalmamakta, galeri yönetimi de bunun bir parçası haline gelmektedir. Henüz
dünya çapında bir vak’a olmuş müzelerimizin varlığından söz edemesek de -ki bu
aynı zamanda içinde bulundurduğu koleksiyonların niteliğiyle çok bağlantılıdıroldukça
heyecan verici bir gelişme içinde olduğumuz bir gerçektir.
Sahne ve gösteri sanatlarının durumu ise daha ilkel bir seviyede seyretmektedir.
Ödenekli kurumlar, devletin neoliberal politikaları ve Batılı sanatları zul gören
tutumuyla büyük krizlerin eşiğindedirler. Bütçe, kadro, yönetim yapısı problemlerinin
aşılabilmesi için yeniden yapılanma ve yasa çalışmalarının hemen hayata geçirilmesi
gerekmektedir. Aksi takdirde özellikle Devlet Tiyatrosu başta olmak üzere pek çoğu
kendi ağırlıkları altında ezilerek yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Özel
tiyatroların köklü olanları hala sahibi ya da yöneticisinin iki dudağının ucundaki gel
geç kararlara göre yönetilmekte, dışarıdan kurumsallaşmış gibi bir imaj verseler bile
içeriden bakıldığında her şeyin “amatör bir ruh + hasbel kader” ilkesine göre yönetildiğini
gösteren bir tablo çizmektedirler. Zaten yaşlanmakta olan sahipleri ya da idarecilerinin
(ki bunlar genelde o topluluğun starıdır da) hastalığı ya da ölümü durumunda ise
kurumsallaşmaya, sürdürülebilirliğe ve kalıcılığa doğru hiçbir plan yapılmaması ve
adım atılmaması nedeniyle bu toplulukların yok olması kaçınılmaz gözükmektedir.
Bu yapıyı farklı kılmaya ve aynı zamanda daha farklı bir örgütlenme ve idare yapısı
oluşturmaya çalışan Garaj İstanbul ya da DOT gibi son yıllarda kurulan oluşumların
ise kendilerine sanat pazarı içinde farklı bir yer hedefi koyarak bu yolda görece bilinçli
bir yol izledikleri söylenebilir. Her geçen gün bir yenisi eklenen alternatif tiyatrolar,
dans ve performans toplulukları ise genellikle “el yordamı” formülüyle ayakta
kalmaya çalışmaktadırlar.
Seri ve Seri No
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yayınları: 757Koleksiyonlar
- Kitaplar [612]