Özet
Mustafa CEZAR
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul, stratejik mevkii ve tarihî hüviyetinin kazandırdığı özel imtiyaz ve ilginin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu’na 469 sene boyunca merkezlik etmesi bakımından da büyük bir gelişmeye mazhar olmuştur. Bu yönüyle, devletin ömrü boyunca imparatorluğun en büyük şehri olma vasfını muhafaza ettiği gibi, bu müddet zarfında şehir; muhteşem camiler, saraylar, konaklar, narin evler, hanlar, hamamlar, imaret ve medreselerle, daha birçok eserle süslenmiştir.
Ne yazık ki birçoğu birer sanat eseri olan, Türk bediî zevkinin örnekleri niteliğindeki İstanbul yapıları, sık sık yangınlardan, zaman zaman da tabii afetlerden geniş çapta zarar görmüştür.
Tarihî bilgiler ışığında, İstanbul’un tabii afetlerden çok yangınlardan çile çektiğini tereddütsüz söyleyebiliriz. Yangınların, İstanbul binalarını sürekli tehdit eden bir bela hâline gelmesinin sebepleri arasında en başta gelen, ahşap inşaatın esas yapı tarzı olarak benimsenmiş olmasıdır.
Cami, medrese, hamam gibi yapılar hariç olmak üzere; evler, konaklar, saraylar, bazı mescitler ve hatta bir kısım hanlar dahi ahşap yapılmıştır. Sayısız yangına rağmen ahşap yapılardan bir türlü vazgeçilmemesinin nedenleri şüphesiz ayrı bir etüd konusu olabilir.
Yangınlar konusu ele alınırken, yalnızca inşaat malzemesi değil, şehrin ve sokakların yapısı, yangının çıkış ve yayılış sebepleri, yangın söndürme teşkilatının organizasyonu ve gelişim süreci, ayrıca büyük yangınların halk ve hükümet üzerindeki iktisadî ve içtimaî etkileri de birlikte ele alınmalıdır. Bu noktaların da ayrıntısıyla işlenmesi hâlinde yazının hacmi, bir dergide yayımlanamayacak kadar genişleyecektir.
Esasen bu yazımızda, gerek yangınların gerekse tabii afetlerin İstanbul şehrinde — bilhassa yapılarında — meydana getirdiği tahribatı belirtmeyi hedefledik. Zaten bu yön, yazımızın başlığından da anlaşılacaktır.