Abstract
Son çeyrek yüzyılda özellikle iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi ve yeni ekonomik yönelimlerle küreselleşme olarak adlandırılan sürece girilmiş, zaman ve mekan kavramları yeniden tanımlanmış, dünya üzerindeki değişimler gittikçe daha da hızlanmaya başlamıştır. Küreselleşme; değişen yönelimler ve piyasa ihtiyaçları ile ulus devletlerin güç kaybetmesiyle kendini tanımlarken, bu ortamda kentler ve bölgeler ön plana çıkmakta, bu süreçte sayıları artan çok uluslu şirketlerin yönetim birimleri, ?küresel kent? olarak adlandırılan kentlerde yoğunlaşmakta, üretim birimleri ise, özellikle ulaştırma teknolojisindeki gelişmelerden destek alarak, hammadde ve emeğin ucuz olduğu diğer merkezlere kaymaktadır. Küreselleşen dünya konjonktüründe, kentsel planlama aktiviteleri de koşullara uyum sağlayabilmek için değişime uğramaktadır. Bu doğrultuda mevcut modernist planlama anlayışı eleştirilmeye başlanmış, bütüncül olmaktan çıkıp parçacıl bir form önerisi getirilmiştir. Sermaye yapısındaki bu küresel değişimin kendisine yerel ortaklar bulmasının kent ölçeğindeki mekansal göstergesi olan yüksek yapılar, bulundukları kentin çağdaş yüzünü küresel ölçekte ortaya koymaktadırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerika'dan başlayarak modern mimarinin kentleri yeniden kurma ideali ile birlikte tüm dünyada ?yeni?nin ve ?son teknoloji?nin sembolü olan yüksek yapılar günümüzde de halen etkinliğini sürdürmektedir. Sermayenin ihtiyaç duyduğu mekanı yaratma arzusu eski ve tarihi olan merkezi iş alanlarına olan talebi azaltmış ve yeni Merkezi İş Alanları (MİA) ortaya çıkmıştır. Türkiye ekonomisinin lokomotifi olan İstanbul'da da MİA kendisine yeni alanlar bulmuştur. Kent geneline yayılan bu alanlar Avrupa yakasında; Beşiktaş ? Maslak aksı, Bakırköy, İkitelli ve Beylikdüzü, Anadolu yakasında Kozyatağı, Bağdat Caddesi, Altunizade, Kavacık bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Çalışma kapsamında, İstanbul gibi tarihi kent merkezi, kent kimliği için önemli bir kriter olan bir metropolün kentsel peyzajında ve siluetinde önemli bir yer tutan yüksek yapılar, son dönemde Orta Avrupa'nın başkentliğine soyunan Hollanda'dan, Rotterdam ve Amsterdam örnekleriyle birlikte tartışılacaktır. Yüksek yapı inşa etmek için farklı motivasyon ve politikaları olan bu üç kentten yüksek yapıların yoğun olduğu üç kentsel proje alanı seçilerek kente ve kentliye yaptığı katkılar / etkiler değerlendirilecektir. Yüksek yapı faaliyetinin artan arazi fiyatları ve küresel sermayenin prestij mekanı olması nedeniyle kaçınılmaz olduğu günümüzde kentlerin tarihsel süreç boyunca sahip oldukları kimlik ve bellek ögelerini korumak için yüksek yapı politikalarının her kent için özgün olarak hazırlanması gerektiği çalışmanın ana eksenidir.