Mimar Sinan Fine Arts University Institutional Repository
DSpace@MSGSÜ digitally stores academic resources such as books, articles, dissertations, bulletins, reports, research data published directly or indirectly by Mimar Sinan Fine Arts University in international standarts, helps track the academic performance of the university, provides long term preservation for resources and makes publications available to Open Access in accordance with their copyright to increase the effect of publications.Search MSGSÜ
Bir geçiş dönemi olarak İstanbul’da III. Ahmet devri mimarisi (1703-1730)
Abstract
XVII. yüzyılın sonu ile XVIII. yüzyılın başlarında iç karışıklıklar ve askerî yenilgilerle sarsılan Osmanlı İmparatorluğu, Pasarofça Antlaşması'nın (1718) ardından kısa süreli de olsa bir barış sürecine girmiş, Patrona İsyanı'na (1730) dek süren bu kısa zaman içinde azalan savaş giderleri ve alman tedbirlerle kısmen düzeltilen ekonomik durum yapım faaliyetlerine de hız kazandırmıştır. Sultan III. Ahmet Dönemi'nin (1703-1730) mimarlık faaliyetlerine genel olarak baktığımızda, yüzyılın başlarına kıyasla Pasarofça Antlaşması'nın imzalanması (1718) ile Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Fransa'dan dönüşünü (1722) izleyen yıllar İstanbul'da inşa ve imar faaliyetleri açısından yoğun bir yapılanma dönemi olmuştur. XVIII. yüzyılın başlarına ait ilk büyük girişim olan Üsküdar Yeni Valide Külliyesi (1 708- 1710) genel yerleşim düzeni ve mimari özellikleri açısından Klasik dönem külliye geleneğine yakınlık göstermesine karşın çeşme, açık türbe ve sebilin sokağa bakan cephe üzerinde hareketli bir görünüm verecek şekilde birlikte ele alınmaları bu dönemde görülmeye başlayan değişimlere atıf yapan bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. XVII. yüzyılın küçük ölçekli külliye tipini az sayıdaki örnekle devam ettiren III. Ahmet dönemi külliyelerinin en önemli özelliği yapıların belirli bir geometrik düzen göstermeksizin dağınık olarak konumlanmalarıdır. Genel yerleşme düzeni açısından Şehzadebaşı'ndaki Nevşehirli İbrahim Paşa Külliyesi, anıtsal boyutlara ulaşamasa da seçilen modelde mescid, medtrese, kütüphane, sebil ve çeşmeden oluşan bütünde ağırlık merkezinin simetrik durumdaki mescid, kütüphane kütleleri üzerinde toplanmasıyla bu dönem içinde seçkin bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde külliyelerin bünyelerinde yer alan çeşme, sebil ve şadırvan ile birlikte hazire duvarlarının fonksiyonları dışmda süslemeleri ile ön plana çıkmaya başladıkları görülür. Amcazade Külliyesi ile XVII. yüzyılın sonlarından itibaren klasik dönemdeki sadeliğin kaybedilerek, büyük ve dilimli kemerli açıklıklarla süslü madeni şebekeler kullanılmağa başlamıştır. Ayrıca, Türk kültür yaşamına giren matbaanındaetkisiyle külliye programlarına kütüphane yapılarının dahil edilerek yaygınlaşması bu döneme özgü bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Cami ve mescidleri ele alacak olursak, Mimar Sinan Dönemi'nde geliştirilen sekiz destekli plan şemasına sahip Yeni Valide Camii gibi anıtsal boyuttaki tek örnek dışında kalan yapılar, kubbe ile örtülü, kare planlı camiler ya da özgünlüğünü büyük ölçüde kaybederek günümüze ulaşan ahşap çatılı mescidlerden oluşmaktadır. Bu dönemde Yeni Valide Camii, dışında büyük hacimli yapıların inşa edilmemesi yapısal hareketlerin nüfus ve ekonomik güçle olan ilişkisiyle açıklanabilir. Bu bakımdan Lale Devri'nde inşa edilen cami ve mescidleri plan tasannu açısından Osmanlı mimarisi içinde ayrıcalık taşımayan diğer bir ifadeyle yenilik getirmeyen kendinden önce geliştirilen cami ve mescid modellerini devam ettiren küçük boyutlu örnekler olarak kabul edebiliriz. Medreseler, küçük ölçekli bir cami ile aynı avluyu paylaştığı külliyeler içinde ya da Şehzadebaşı,Vefa ve Bab-ı Ali 'deki örneklerde olduğu gibi külliyelerden bağımsız olarak yapılmışlardır. Her iki medrese düzenlemesinde plan tipi olarak, Osmanlı medrese yapılarında XV. yüzyıldan itibaren gelenekselleşen, bir avluyu "U" ya da "L" şeklinde çevreleyen revaklar ve gerisinde dizilen kubbeli ya da tonozlu odalar ile bir dershane mekanından oluşan şemada yapılmışlardır. XVII. yüzyılın başlarında gerek külliye programlarında gerekse bağımsız olarak kütüphane yapılarının artış göstermesi basılı kitabın Türk kültür hayatına girmesiyle açıklanabilecek bir durumdur. İstanbul'da ilk bağımsız Köprülü Kütüphanesrnî (1661) VefaMa Şehit Alî Paşa (1715) üe Topkapı Sarayı Enderun Kütüphanesi (1719) ile Eminönü'ndeki Turhan Sultan Türbesi yanındaki kütüphane (1724) izlemiştir. İşlevsel gereklilikler ön planda tutularak kitabın nemden korunması için yükseltilmiş bir bodrum katı üzerinde kurulan kütüphane yapılan içinde Şehit Ali Paşa ve Enderun Kütüphanesi plan şeması açısından farklılık gösterir. Şehit Ali Paşa'da pandantifli kubbeyle örtülü, kare planlı asıl okuma mekanı giriş yönünde demir kirişlerle birbirine bağlanan üç sivri kemerle dışa açılarak salon dikdörtgene dönüşmüştür. Okuma mekanının tek yönde tonozla örtülerek genişletilmesi kısa birsüre sonra I. Mahmut döneminde Ayasofya Kütüphanesi'nde (1740) uygulama alanı bulmuştur. Bu dönem kütüphaneleri içinde plan şeması açısından asıl yenilik, Enderun Kütüphanesi'nde görülür. Kubbeli kare mekan giriş yönü hariç üç yönde dikdörtgen biçimli tekne tonozla örtülü eyvan benzeri mekanlarla genişletilerek kubbeli mekan merkezi konuma getirilmiştir. Bu plan tipi XVIII. yüzyıl kütüphaneleri içinde model olmuştur. Osmanlı mimarisinin külliye yapılarında biri olarak karşımıza çıkan sıbyan mekteplerinin bağımsız yapılar olarak alt katmda bir sebil ya da çeşme ile birlikte tasarlanarak özgün bir tipolojik gelişme gösteren örnekleri bu dönemde başlamış, XVIII. yüzyılın ikinci yansında Barok üslubun kendini en iyi ifade eden yapı tipleri arasına girmiştir. Bu dönemin en dikkat çekici yeniliği başta sultan ve sadrazam olmak üzere saray erkanı ve zengin tabakanın Haliç ve çevresi ile Boğaz kıyılarında yaptırdığı özel konutların önceki dönemlere kıyasla artış göstermesidir. Sur içi ile sınırlı kalan kent artan nüfiısun kıyılarda yoğunlaştığı bir görünüme bürünmeye başlamıştır. Özellikle 1718'den sonra İstanbul'un imar işlerine girişen Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, seferlerin uzaması ve devletin ihmali yüzünden harap olan sarayların banş antlaşması imzalamak üzere gelecek Avusturya ve Vendik elçilerinin, padişah saraylarını bu şekilde görmelerinin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onarım faaliyetlerine Kandilli Sarayı'ndan başlamış, daha sonra Haliç'teki Karaağaç Sahilsarayı ile Beşiktaş Yalısı elden geçirilerek genişletilmiştir. Tersane bahçesinde deniz kenan ve beden duvarlan doğrudan doğruya suyun üstüne oturtulmuş, üç çıkmak ve etrafi kafesli galeriyle çevrili Aynalı Kavak Kasn (1726-27) ilave edilmiştir. Bu dönemde ahşap malzeme ile bazen haftalarla ölçülebilecek kadar kısa bir zaman süreci içinde inşa edildikleri bilinen saray ve kasırlardan hiçbiri günümüze ulaşmamış, sadece isimleri kalmıştır. ili. Ahmet döneminin yoğun yapım faaliyeti, Fransa'ya elçilik görevi ile giden Çelebi Mehmet Efendi'nin İstanbul'a dönüşünden kısa bir süre sonra inşa edilen Kağıthane'deki Sadabad Sarayı (1722) ile zirveye ulaşmıştır. Geniş bir alana yayılan vebir sayfiye sarayı niteliği taşıyan Sadabad Sarayı'nın en büyük özelliği, Kağıthane deresinin muntazam bir kanal içine alınarak suyun tam sarayın önünde mermer bir sed ile kesilerek mermer çağlayanlardan akıtılması idi. Sadabad'ın gerçek ününü teşkil eden ve Fransız saraylarına benzetilme nedenide bu yönü idi. Saray halkının önlerinden akan çağlayanları ve fıskiyeleri seyretmelerine imkan verecek biçimde direkler üzerine oturtularak manzaraya hakim, uzun bir sofa veya koridor üzerine sıralanmış odalar şeklinde düzenlenmiş, haremlik ve selamlık bölümleri ise yan yana yapılmıştı. Harem dairesinin yakınında bulunan otuz sütunlu Kasr-ı Neşat, Türk sivil mimarisinde yaygın olarak kullanılan dört eyvanlı divanhane şemasında idi. Sadabad düzenlemesinde Batı etkisini gösteren asıl yenilik, köşklerin bahçe, su kanalı ve havuz bağlantısının ön planda tutularak yapılar topluluğunun herkes tarafindan görülebilecek şekilde düzenlenmesinde ve saray çevresinin sık sık bu mesire yerine gelerek gezinti ve eğlenceler teıtib edilmesinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Geleneksel Türk saray mimarisinde önemli bir yere sahip olan selsebil ve havuz öğesi, Sadabad kompleksi içinde Çelebi Mehmet Efendi'nin anlattıkları ve daha sonra sipariş üzerine getirtilen Topkapı Sarayı Kütüphanesi'ndeki gravür, kitap ve desenlerin de etkisiyle, Osmanlı su mimarisinin bilinen gelenekleri içinde Sadabad'da yeniden uyarlanmıştır. Sadabad'ın tamamlanmasından sonra Boğaz'm en güzel yerlerinin seçilmesiyle bu inşa faaliyeti genişleyerek devam etmiştir. Genellikle iki bazen tek katlı, pavyon veya köşklerden meydana gelen sahilsaraylann yapımında kagir malzemenin yerini bu dönemde daha ucuz ve hafif, kısa zamanda inşa edilebilen ahşap konstrüksiyonlar almıştır. Plan şeması açısından ise, Türk sivil mimarisinin yaygın dört eyvanlı divanhane modeli ile bunun üç eyvanlı varyasyonları uygulanmış, ana mekanın ortasına zemini mermer döşeli bir sofa ile kare planlı, fiskıyelİ bir havuz oturtulmuştur. XVII. yüzyıl sonlarında Çengelköy'de Amcazade Yalısı Divanhanesi'nde karşımıza çıkan kare planlı orta mekan etrafında biri deniz üzerinde olmak üzere üç yönde çıkıntı meydana getiren ve üç yönde manzaraya açılan mekan tasannu uygulaması, tipik Anadolu hayat evlerini hatırlatmaktadır.İÜ. Ahmet döneminde en dikkat çekici eğilim artan İstanbul nüfusunun ihtiyacına cevap verecek çeşme ve sebil yapılarının çoğalmasında karşımıza çıkmaktadır. Şehir surları dışında kalan Boğaz' in her iki yakası ile mesire yerlerinde inşa edilen bu çeşmelerde ortaya çıkan asıl yenilik anıtsal meydan çeşmeleridir. Çoğunluğunu klasik dönemdeki sivri kemerli bir nişten ibaret cephe tasarımını değiştirmeden devam ettriren örneklerin oluşturduğu çeşmeleri, yerlerini yeni bir üslubun doğmasına yol açacak canlı motiflerle zenginleştirilmiş bir cephe tasarımına bırakmaya başlamıştır. Beyaz mermerle kaplı çeşme cephesi, yuvarlak kemerli istiridye kabuğu şeklindeki derin nişle dolgulanmış, ayrıca ön cephe dışa doğru taşırılarak iki yana yerleştirilen süslü suluklarla zenginleştirilerek üç üniteli çeşme tasarımı yaygınlık kazanmıştır. İncelenen dönemde gerek plan tasannu gerekse süsleme programı açısından aynı paralelde bir değişimi yansıtan abidevi boyuttaki dört cepheli meydan çeşmesinde, yüzeyi mimari elemanlarla hareketlendirme köşelere yerleştirilen sebillerle başarılı bir şekilde çözümlenmiştir. Topkapı Sarayı önündeki III. Ahmet Çeşmesi'nde sebil formu Barok anlayışa zemin hazırlayan bir biçimde yapı bünyesine dahil olmuştur. Bezemede klasik motiflerin yanı sıra rumili kıvrımlı dallar en sık kullanılan motifler olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonraki örneklerde rumili kıvrımlı dallar dolgunlaşarak yapraklı ve aşın kıvrımlı dallara dönüşmüş, Barok üslubun sevilen motifleri olarak kullanılmağa devam etmiştir. Çeşme cephelerinde sıklıkla karşılaşılan diğer bir kompozisyon vazolar içine oturtulmuş çiçek buketleri ile kaseler içindeki meyva düzenlemeleridir. Çiçek sevgisinin çok gelişmiş olduğu bu dönemde çeşitli çiçek buketlerinden oluşan kompozisyonlar en parlak devrini yine bu dönemde yaşamış ve dekoratif sanatlara da geçerek günün motifleri haline gelmiştir. XVIII. yüzyılın başlarında İstanbul halkının sosyal ve kültürel yaşamındaki değişikliklerin göstergesi olan bu motifler, bir süsleme öğesinden çok bir natürmort oluşturmuşlardır. Cennet meyvalan yerlerini dünya zenginliklerine bırakmaya başlamıştır. Bu dönemde değişikliğe uğramaya başlayan bir başka yapı türü de sebillerdir. Klasik dönemin keskin köşeli sebil cephelerinin yerini dairesel planlı, dışa doğru kavisli biçimlere bırakmaya başlamış, klasik dönemde işlenmeyen kemer gözlerinin içi, üçgen B£ YÖKSEKÖĞ R FFÎM KUMJLI DOKÜMANTASYON MERKEZ?köşelikler ve alınlık tasımlan bitkisel motiflerin ağırlıkta olduğu bir kompozisyonla yoğun bir biçimde süslenmiştir. Çeşmelerden farklı olarak, döğme demir ya da bronzdan dökülmüş bitkisel bezemeli pencere şebekelerinin en güzel örneklerini bu dönem sebillerinde bulmaktayız. Camiler, medreseler, sıbyan mektepleri, köşkler ve saraylara kıyasla III. Ahmet döneminde yapılan ticari hanların sayısı azdır. İstanbul'un ticaret hayatında önemli bir yeri olan Emînönü-Mahmut Paşa ve Beyazıt hattı üzerinde biri çuhacı diğeri sırma kumaş işleyen esnaf ve sanatkarlar için iki han yaptırılmıştır. Günümüze ulaşmayan Simkeşhane binası XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı şehiriçi hanlarında uygulanmaya başlayan üç katlı hanlar tipinde, Çuhacı Han ise yangınlar ve eklemelerle büyük ölçüde özgünlüğünü kaybetmiş, iki katlı ve revaklı bir avlu etrafinda sıralanan odalardan oluşan klasik şehir hanları plan tipinde inşa edilmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yansından itibaren birer sanayi kuruluşuna dönüşecek olan Tophane-i Amire, Tersane ve Darphane, III. Ahmet döneminde teknik donanımlarında ve mekan kullanımında esaslı değişikler yapılarak modernleştirilme yoluna gidilmiştir. Sarayın ve İstanbul'da oturan zengin halk tabakasının Batı'dan gelen etkilere daha açık olduklan bu dönemde, Fransa ile artan ticari ilişkiler çerçevesinde bazı görüşler benimsenmiş, geleneksel zenaatlann yaşatılmaya çalışılması yanında bu dönemde İstanbul'da birkaç tane de imalathane kurulmuştur. Bunlar makine ve aletlerle donatılmış bir yün imalathanesi, az sonra ipek imalathanesi ve Tekfur Sarayı içinde faaliyet gösteren çini imalathanesidir. Bulunduklan yer ile teknik ve mimari özellikleri hakkında çini imalathanesi dışında hiçbir şey bilinmemektedir. Bütün bir döneme damgasını vuran Nevşehirli İbrahim Paşa, İstanbul'da giriştiği imar faaliyetleri çerçevesinde depremde yıkılan İstanbul surlan ile yanan Kız Kulesi'nin de onarılarak yenilenmesini sağlamıştır.
URI
https://hdl.handle.net/20.500.14124/4488https://kutuphane.msgsu.edu.tr/yordam/?p=1&alan=kunyeDemirbasKN_str&q=0045052