Mimar Sinan Fine Arts University Institutional Repository
DSpace@MSGSÜ digitally stores academic resources such as books, articles, dissertations, bulletins, reports, research data published directly or indirectly by Mimar Sinan Fine Arts University in international standarts, helps track the academic performance of the university, provides long term preservation for resources and makes publications available to Open Access in accordance with their copyright to increase the effect of publications.Search MSGSÜ
FOUCAULT’NUN YAZISINDA MİSALİN VAZİYETİ
Abstract
Michel Foucault’nun yazısında misalin vaziyeti, yine Foucault’nun yazısında ‘yazının’ misal olarak nasıl vaz edildiğiyle alakalıdır. Böyle bir vaziyeti tespit edebilmenin imkânı Giorgio Agamben’in Foucaultcu arkeolojiyi paradigmatoloji olarak tanımlamasından itibaren belirir: Paradigmatoloji, dispozitiflerin vaz edildiği söylemsel tertibatlara işaret ettiği ölçüde, arkeoloji de paradigma olarak dispozitiflerin vaziyetini inceler. Agamben, paradigmanın vaziyeti olarak söylemsel dispozitiflerin Foucault’nun metnine Hegel’e kadar takip edilebilen pozitivite kavramı ile naklolduğunu gösterir. Bu nakil ile pozitivitenin Hegel’den itibaren taşıdığı bir rabıtaya, hayat ve söylem rabıtasına, Foucault’da da rastlandığı fark edilir. Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi’nde söylem ile hayatı birbirinden ayıran tespiti, Foucault’nun hakikate dair misalinde, Foucault’nun Platon’u okuduğu Platon’un VII. Mektup’unun hakikati söyleme misalinde, parrh?sia misalinde, hakikatin söylenmesi ile cesurca söylenmesi arasındaki, söyleme ve eyleme arasındaki, ve de nihayetinde söz ve yazı arasındaki rabıtada muallak bir alaka vaz eder. Bu muallak alaka, hakikatin misali olarak parrh?sia’yı söz-edimi gibi bir mevzunun içinde mevzilendirir. Bu mevzu, Foucault’nun Platon’dan, Platon’un da Sokrates’ten aktardığı parrh?sia’nın misali olarak basanos’ta (yani filozofun mihenk taşı olarak hakikati deneyimlemesi örneğinde) kendini temsil ettiğinde, hakikatin yazıda temsil edilemeyen misalini veren filozofun bunu mektuptaki yazıyla söylemesinin yarattığı muallak alakada, sonunda şunu gösterir: Sokrates’in sözü yazının dışına vaz eden konumu, Platon’un hakikati sözün de yazının da dışına vaz eden konumuyla beraber, Foucault’nun yazısında hakikati söyleme cesaretinin misalini vermek için istimal edildiğinde, bu misaller artık Foucault’nun yazısının dışında, yazının dışında bir vaziyette değildirler. Platon ve Sokrates Foucault’nun misali olurken, yazı söylemin, söylem hayatın, hayat hakikatin, hakikat de hakikati söyleme cesaretinin misali olarak muallak bir alakada rabıtalanıp Foucault’nun yazısında misalin vaziyetini vaz ederler. The position of the example in Foucault’s text is related to how, in the very text of Foucault’s, the ‘example’ is posited. The possibility for setting such a position manifests itself if one departs from Agamben’s definition of Foucauldian archaeology as paradigmatology: Insofar as paradigmatology indicates to the posited dispositifs as the arrangements of discourse, archaeology too then examines the positions of dispositifs qua paradigms. Agamben shows how this discursive disposition as the position of paradigm transfers itself to Foucault’s text back from Hegel via the concept of positivity. By means of this transfer, one notices a link that positivity carries from Hegel to Foucault, namely the link between life and discourse. Foucault’s statement which separates discourse from life in Archaeology of Knowledge posits itself in a suspended interdependence where, in Foucault’s example on truth, in his reading of the example of telling the truth in Plato’s VII. Letter, in the example of parrh?sia, the relation between telling the truth and telling it boldly, the relation between discourse and practice, and lastly the relation between word and deed becomes undecided. This undecided relation locates the example of truth parrh?sia in a topos of speech-act. When this topic represents itself in the example of parrh?sia as basanos (which illustrates the philosopher as being the touchstone which experiences the truth) that Foucault through Plato and Plato through Socrates tells, it also, in the suspended interdependence that is created by the telling of the example, the truth of which cannot be represented in the writing, but nevertheless accounted through the text of a letter, shows that: when the locus that Socrates assigns to logos by excluding writing, together with the locus that Plato assigns to truth by excluding both logos and writing, is used by Foucault in order to give the example of telling the truth, these examples are no longer out of the position of Foucault’s text — no longer out of the position of the text. While Plato and Socrates become examples for Foucault, text and discourse, discourse and life, life and truth, truth and the courage of saying the truth becomes each of them examples to one another by connecting each other in a suspended interdependence where they posit the position of the example in Foucault’s text.
Source
Felsefi Düşün - Akademik Felsefe DergisiVolume
1Issue
14Collections
- TRDizin [802]