Abstract
İnsanlığın varlığına anlam katan bellek, görülen ve işitilenlerle gelişip güçlenmektedir. Bu durum zaman içerisinde insanı paylaşıma sevk etmiş ve akabinde bireysel bellek toplumsal belleğin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Yazı, resim ve sözlü kültür gibi çeşitli olguların meydana getirdiği toplumsal bellek sonraki kuşaklara aktarılmış ve insanlığın, gerçeğin bir kopyasını kaydetme çabası toplumsal belleğin korunmasını sağlamıştır. Bu süreç 1800'lü yıllarda insanların gördüklerini resmederek kayda almasıyla başlamıştır. Hareketli görüntünün kaydedilebilir hâle gelmesinden sonra insan bu imkânı önceleri kendini anlatmak için kullanmış ve ardından bunu sanatsal bir forma dönüştürerek sinemanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sinema sanatını besleyen unsurlarla birlikte sinematografi adı verilen bir dilin oluşumunun da önü açılmıştır. Sinematografide, duygu ve düşüncelerden faydalanarak zamanla anlatı şekli geliştirilmiş ve kamera bunun en önemli aracı olarak öne çıkmıştır. Bu doğrultuda kamera bir kayıt mekanizması olmanın ötesinde yönetmenlerin kendi dünyalarını anlatmaları sebebiyle yönetmenin ve bu anlatılanların seyircinin algısına sunulması yönüyle de seyircinin gözü olarak anlam kazanmıştır. Böylece kamera, belirtilen hususlarla teknik ve anlamsal gelişimini günümüze kadar sürdürmüştür.