Abstract
Osmanlı Türk modernleşmesi Lale Devri’nden itibaren Batı ile ilişkilerin tarihi olarak düşünülmüş olduğundan Batılılaşma ile modernleşme çoğunlukla eş anlamlı kullanılagelmiştir. Bu durum da modernleşmenin ölçütünün Batıyla benzerlik ile sınırlı kalmasına neden olmuştur. Fakat bu benzeme çabası kaba bir öykünmenin sonucu değildir. Osmanlı gibi bütün modernleşme toplumlarının yüzleşmek zorunda kaldıkları; rasyonalite, akılcılık, gerçekçilik vb. gibi anlayışları, ithal bir kavrayış kipiyle kendi süreçlerine eklemlemeye çalışmalarıdır. Bu, söz konusu kavramların Batı dışı toplumlarda mevcut olmadığı anlamına gelmez. Krizin nedeni bir kavramın ya da anlama eşiğinin oluşması için geçirilen tarihsel, sosyal, düşünsel ve psişik süreçlerin ayrılığından dolayı oluşan anlam örüntülerinin denk olmamasıdır. Bir başka deyişle modernleşme toplumlarının krizi temelde bir tercüme problemidir. Batı’nın birikimi ve düşünsel yoğuşmasının ürünü olan kavram seti, entelektüel sermaye olarak dünyaya yayıldığında, hegemonik bir bilme biçimini de oluşturmuştur. Bu biçim kendisi dışındaki bütün bilgileri ikincilleştirerek sınırları belirli bir epistemolojik şemsiye altında bilgi nesnesi haline getirmiştir. Osmanlı Türk modernleşmesi de bu bağlamda diğer modernleşme toplumlarına benzer biçimde iki temel tartışma hattında ilerler. Birincisi kendisi gibi olma ve buna bağlı gelişen bir öznellik ya da kişilik tahayyülü. İkincisi ise modernliğin genelgeçer kurallarını benimseyen evrensel bir kimliğin oluşturulma çabasının yarattığı nesnellik. Diyalektik bir açmaz olarak kendini gösteren bu yarılma, toplumsal ve kültürel yeniden üretimin hemen her safhasında takip edilebilir izler bırakmıştır. Bu çalışma, modernleşme misyonu ile kendi gibi olma ya da kalma arzusu arasındaki bu yarılmayı trajik bir varoluş kipi bağlamında incelemekte ve bu trajik kipin yaşamda, düşüncede ve psişede bıraktığı izleri bulmayı amaçlamaktadır.