Abstract
Bilinçdışı kavramının felsefi temelleri üzerine yaptığımız bu çalışma kavramın epistemolojik, etik ve estetik bağlamda çeşitli tezahürlerini ortaya koyma amacını taşıyor. Bu doğrultuda, söz konusu kavramın tarihsel gelişimini belli gelenek hatlarını izleyerek serimlemeye çalışıyor. Bu gelenek hatlarını, bilişsel/kognitif bilinçdışı, romantik/estetik bilinçdışı ve bedensel/dürtüsel bilindışı olarak nitelendirebiliriz.
Bilinçdışı kavramının bu temelde felsefe tarihinde geçirdiği dönüşüme baktığımızda, bu dönüşümün çeşitli bağlamlarda ortaya çıktığı görülür. İlk olarak Aydınlanma döneminde Leibniz’in petites perceptions düşüncesiyle bilinçdışı üzerine Alman felsefi söyleminin başladığını söyleyebiliriz. Bilişsel/kognitif bağlamda ortaya çıkan bu bilinçdışı fikrinin kökleri felsefe tarihinde Platon’a dek sürülebilir.
Romantiklerle birlikte bilinçdışına ilişkin daha farklı bir yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Bunu kısaca estetik bilinçdışı olarak tanımlayabiliriz. Özellikle Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi’ndeki güzellik, doğa ve deha temalarına yaklaşımından etkilenen Romantikler, doğanın estetik boyutlarını göz önünde bulunduran, aynı zamanda insan öznesindeki akılcı olmayan, biyolojik ve doğal unsurları dikkate alan bir bilinçdışı kavrayışı geliştirirler.
Çalışmamızın ana odağını oluşturan bilinçdışı kavrayışı 19. yüzyılın iki etkili düşünürünü temel alıyor. Schopenhauer ve Nietzsche. Bu filozoflarda bedensel/dürtüsel diyebileceğimiz bir bilinçdışı kavrayışı söz konusudur. Bu yaklaşım Kant’a kadar olan gelenekteki epistemolojik/kognitif bilinçdışı kavrayışından son derece farklıdır. Genel olarak bilinç fenomeninin bilinçdışı fizyolojik süreçlerce koşullandığını ileri sürer. Bu bakımdan bedene, bedensel süreçlere ve dürtülere dikkat çeker. Bu yaklaşım, yaratıcılığın kökleri bağlamında Romantik bilinçdışı fikrinden etkilense de daha çok insandaki ilkel ve yıkıcı dürtülere, aynı zamanda bu dürtülerin karanlık mücadelesine odaklı bir bilinçdışı fikrine sahiptir.