Abstract
Bu çalışma otonom topluluk türlerini ve otonom toplulukların çeşitli yöntemlerle yerleştiği ve/veya yerleşmeye mecbur bırakıldığı mekanların oluşumu ve gelişimini araştırmaktadır.Yasalarca mülkiyet hakkına sahip olunmayan mekanların, hak sahipleri haricinde kullanımının bir tür 'işgal' olduğuna dair ortak bir kabul vardır. Otonom bir mekanın oluşum ve gelişim yöntemine karar verilirken söz konusu mekanın mülkiyet hakkının kime ait olduğundan ziyade, mekanı oluşturan, yaşatan ve yaşayan toplumun ekonomik, sosyal, kültürel geçmişini ve 'işgal' nedenlerini incelemek gerekmektedir. Seçilen örnekler yalnızca birinci kullanıcı tarafından oluşturulmuş ve geliştirilmiş mekanları değil, tasarımcı desteğiyle ve tasarımcı-kullanıcı iş birliğiyle oluşturulmuş mekanları da kapsamaktadır. Mülkiyet hakkı farklı rejimlerde farklı şekilde yorumlanabilir ve sınırlandırılabilir. Bu yorumların 'daha iyi ya da daha kötü' olarak sınıflandırılması bilimsel olarak bir anlam ifade etmemektedir. Konu farklı değerlere ve değişkenlere sahip olup olmamakla ilgilidir. Otonom mekanların sınırlarında yer aldığı hükümetlerde nasıl karşılandığı, nasıl ve ne şekilde müdahale edildiği rejimlerin hukuk sistemlerinin mülkiyet hakkına getirdikleri yorumlara dair gerçek verileri sağlayabilir.Mülkiyet, insanların bir arazi veya mülk üzerinde sahip oldukları hakları ifade eden hukuki bir kavramdır. Mülkiyet ve mimarlık, birbirleriyle sıkı bir etkileşim içindedir.Mülkiyet aidiyeti biçimsel olarak kanıtlanabilir niteliktedir fakat mimarlığın mülkiyetle ilişkisi salt biçimle ifade edilemez. Her mimarlık ürününün aynı zamanda kültürel bir ürün olduğu ön kabulüyle 'anlamı' mimarlığın ne sadece içinde (biçim), ne de sadece dışında (kültürel,politik,bağlam...) aramalıyız. Mimarlığın politik okumasını maddeselliği üzerinden yapmalıyız. Tarih-mekan politikalarına alanlar yığını olarak değil, geçmişten gelip bugünü de içine alan bütünlüklü bir akış olarak bakılması gerekmektedir. Tasarım ve kuramı birbirinden uzaklaştıran hiyerarşi, tasarımın sorgulama, anlama, teyit etme gayesi içeren belirsiz narinliğine karşın tasarımın uygulanmış, tecrübe edilmiş bilgi ve pratikler bütünü olmasında ısrarcıdır fakat bir mekanın sağladığı olanaklar hiçbir zaman herkes tarafından eşit algılanamaz ve asla eşit olarak elde edilemez. Mekanın daha algılanabilir, daha ulaşılabilir veya her ikisi de olabilmesi için mekana dair karar alma mekanizmalarının şeffaflaştırılması ve katılımcı bir tasarım anlayışıyla yönetilmesi gerekmektedir. Tasarımın marjinalleşmiş topluluklar tarafından nasıl yönetilebileceğine, yapısal eşitsizliği ortadan kaldırabileceğine, kolektif özgürlüğü ve ekolojik hayatta kalmayı nasıl ilerletebileceğine dair bir keşif olarak otonom mekanlar incelenecektir.